IN MY OPINION >>
Anadolu Foturafı

TAHİR ABACI


Kuşku yok, dünyanın her köşesi 'fotojenik'. Fotoğrafın şiiri, çöllerin ya da kutupların tekdüze görüntülerinden bile binlerce kare çıkarmıştır. An'ı durdurma isteği, çözümsüz bir çırpınış aslında; deklanşöre basan el, inşa eden yolculuğun ortasında, kokuların, seslerin, eylemlerin oluşturduğu bağlamı hissetmenin coşkusunu ve birebir aktaramamanın acısını aynı anda yaşar. Teselli yine de değerlidir; ayrıntıya odaklanabilen bir video kamera görüntüsünden bile bazen üstün tutulabilecek tek kare fotoğraf, billurlaşma hali olarak elde durur. Gelgelelim, objektif Anadolu'ya dönünce, bu şiirin ucun ucun ezgiye dönüştüğü hissedilir. Yörük ya da Kürt göçebelerin fotoğraflarında bu ezgi belki türküdür, ama bir başka karede, sözgelimi Toroslar'ın ya da Yukarı Fırat'ın oralardan bir peyzajda, artık senfoni dili vardır.

Sadece fırça yettiği için, Anadolu'nun ilk resimlerinin yine Anadolulularca yapıldığını kestirebiliriz. Anadolulu olmayanların geçerken resimler, gravürler çizmeleri, daha sonradır. Ancak iş fotoğrafa gelince, Anadolu, ilk olarak Anadolulu olmayan gezginlere poz verdi. Nedeni belli: Yakın çağlarda her çeşit teknik, Batı'dan yola çıktı. Ama biz 'icat' kısmı bir yana, teknolojinin ortaya saldığı ürünlere oldu bitti pek meraklıyızdır. Elden ele dolaşmaya başlayan icatlar arasında fotoğraf makinesinin özel bir yeri olmuştur.

Şehir monografisi yazarlarının yüreklerini çarptıran konuların başında, o şehrin şöyle yakışıklı birkaç eski fotoğrafını bulmak gelir. Birkaç silik fotoğraf ise, kitaptan kitaba aktarılarak iyice silikleşir. Sadece yazarlar mı, o şehrin havasını şöyle bir koklamış olanlar bile, o fotoğraflarla 'melâl'e dalarlar. O fotoğrafçıların adı genellikle vardır, çünkü fotoğraf pek de 'anonim' bir sanat sayılmaz. Onlar, o şehrin tarihini kazımayı iş edinmiş yazarların ruh ikizidir, birbirlerini -aralarında tanışamayacak kadar yaş farkı bile olsa iyi tanırlar ve yazarlarımız tarihçelerinde fotoğrafçılara bir selam bahsi mutlaka bulundururlar.

Sözgelimi Hikmet Öz, "Bilinmeyen Tarsus" adlı kitabının "Eski Tarsus Fotoğrafları" bölümüne duygu ve özlem yüklü fotoğraf arkaları düşmüş. Bu notlardan, Tarsus'un ilk fotoğraflarını 1884 yılında adı bilinmeyen bir Fransız'ın çekmiş olduğunu öğreniyoruz. 1930'lu yıllara ait örneklerde ise "Foto İzzet-Tarsus" imzası beliriyor. Foto İzzet'in karbon kopyaları her şehirde vardır. "Asıl" işleri şehir halkının vesikalık ve anı fotoğraflarını çekmek, 'gayriresmi' işleri hızla doku değiştiren o şehirleri ak kağıt üstünde sabitlemeye çalışmaktır. İşte, İzmir'de bir sahafta rastlayıp aldığım bir başka kitap: "Fotoğraflarla Diyarbakır". O zamanın en iyi tekniği kullanılarak 1964'te İstanbul'da basılmış ama aslında "Diyarbakırı Tanıtma ve Turizm Derneği"nin 17 numaralı yayını. Hazırlayan, Adil Tekin. Nâmı diğer, "Foto Dicle". Cemal Turgay da "İzmit'i Aramak" adlı kitabında fotoğraf altlarına derin bir iç çekiş niteliğinde açıklamalar eklemiş. Kural bozulmuyor: İzmit'in 1890'larda çekilmiş ilk fotoğraflarının altında da bir yabancının, C. Berggren'in imzası var. Sonraları, 1930'lu yıllarda, fotoğrafların sağ alt köşelerinde çapraz bir imza ortaya çıkıyor: "Foto Fahri Seyrek". İzmit Dokümantasyon Merkezi'nin, 1999 depreminde yitirdiğimiz İzmit'in ünlü kitapçısı M. Sabri Yalım anısına çıkardığı armağan kitapta İlker Kumral'ın konuştuğu fotoğrafçılar, onu ustaları olarak anıyorlar. Cemal Turgay, deklanşöre estetik amaçlı basan taşralı fotoğraf sanatçılarının öncü adlarından birisi. Kitabında onun da 1950'li yıllarda başlayan fotoğraf serüveninden örnekler var. Anadolu'nun pek çok şehrinde fotoğraf kulüplerinde örgütlenen sanatçılarla birlikte 'şeher foturafları' da o eski belgesel tatlarını daha estetikçi tarzlara bırakır oldular. Yani "zanaat"tan "sanat"a bir evrim var.

1940'lı yıllarda "Yedi Gün" ve benzeri magazin dergilerinde moda olan "Yurt Köşeleri" fotoğrafları, 1950'lerde moda olan şehir ilaveleri, cam negatiften kurtulunca hafifleyen makinelerin eşlik eder olduğu röportajlar, Anadolu suretlerinin çoğalmasına yol açtı. Toz toprak içinde uçlarda dolaşan, parmakları deklanşör kadar kalemi de başarıyla kullanan, yani aynı zamanda "sosyal içerikli" olan çizginin "pir"lerinden biri de, birikimini şimdilerde daha çok tuvale yansıtan Fikret Otyam'dı. Makinesinin cam gözleri, Zonguldaklı kömür şehitlerinin tabutunu omuzlamış emekçilerin profiliyle de, 'GAP'la susuzluk gideren eski çorak toprakların yüzleri kırışık insanlarıyla da, 'kaçak'ta bir ömrü tüketenlerle de bakışmıştır.

Anadolu'nun her köşesi ayrı bir sanat dalını daha fazla kışkırtır gibidir. Fırat'ın derin boğazları yarıp geçtiği topraklarda 'foturafçı' olmaz da ne yaparsınız. 'Anadolu foturafı'nın "Üç Eğinli"si Sıtkı Fırat, Yusuf Ziya Ademhan ve Lütfi Özgünaydın işte o coğrafyayla karşılıklı indirip kaldırırlar. Ölümüne bir ilişki biçimidir bu. Ademhan, bir bahar sabahı cebindeki son kuruşu fotoğraf filmlerine yatırır ve o dağlara vurur. Gidiş o gidiş, ne canlı cansız bedeni bulunur, ne son 'kare'leri. Geride fotoğraflarında hâlâ ağlayan Girlevik'ler, taşkınla göl olmuş Fırat'lar kalır. Bir de Özgünaydın'ın onun için yazdığı bir yazı, bir ağıt kalır.

Takvimleri günlerimiz iyi de geçmiş olsa, kötü de geçmiş olsa pek saklamayız, kullanır atarız. Şakir Eczacıbaşı öncülüğünde çıkmaya başlayan Eczacıbaşı'nın firmasının o spiral ciltli, bazen İstanbul'un ama daha çok Anadolu'nun şuh pozlarıyla dolu ve belli bir temayı (sözgelimi bir yıl taşıtları, bir yıl suları, bir yıl zanaatları, vb.) ele alan fotoğraf albümü niteliğindeki takvimlerini ise sıkıysa gelin de atın. PTT'nin 1960'lardaki şehir fotoğrafları pul serisi de unutulmazlardan bir başkası. Anadolu'nun kral yollarında, çarşılarında, kervansaraylarında, medreselerinde, dağlarında, bayırlarında, büklerinde, obalarında dolanmış durmuş, insanların, taşıtların, bitkilerin ardına düşmüş sayısız cam gözü bir yazıya sığdırmak ise ne mümkün. Hele de Anadolu kırıtmaya, sırıtmaya, poz vermeye doymamış iken...

 

(Radikal 2 / 23.02.2003)
 

 

<